Bu aralar bireysel özgürlüğe kafayı takmış vaziyetteyim. Geçen sefer de bireyselliğe ucundan köşesinden dokunmuştum ama yetmemiş anlaşılan(
*).
Bireysel özgürlük gerçekten bir özgürlük müdür? Yoksa bir göz boyası mıdır? Tamam bireysel özgürlüğüm sayesinde bu yazıyı yazıp sizinle paylaşabiliyorum ve yine bu bireysel özgürlüğüm sayesinde yüz yılların ahlak anlayışına ve toplumsal geleneklere kafa tutabiliyorum yeri geldiğinde!
Bireysel özgürlük kavramının batı tarafından özellikle “komünizm tehlikesine” karşı pompalandığını düşünüyorum. Çünkü komünizm ve kardeşi sosyalizm bireyden önce topluma öncelik verir. Bireysellik bu anlamda komünizm ve sosyalizmin temeline konulmuş dinamittir. Fakat bu dinamitin bir toplumun ahlak ve gelenek-görenekleri üzerinde de aynı oranda yıkıcı etkisi vardır. Gözlemlediğim kadarıyla söyleyebilirim ki bir toplumun üyeleri bireysel özgürlüklerini ilan ettikleri ölçüde toplumsal değerleri o kadar az dikkate almaya başlamakta ve akabinde de bu değerlerde dejenerasyon gerçekleşmektedir. Sonuçta bireysel özgürlüklerin refah seviyesiyle de alakası var. Refah seviyesi iyileşip alım gücü arttıkça bireylerin diğer bireylerle dayanışma ihtiyaçları azaldığından dolayı bireysel özgürlüklere olan talep de artmaya başlıyor. Refah seviyesi düşük olduğu durumda ise bireysel özgürlüklerden feragat edilip toplumsal dayanışma olanakları değerlendiriliyor (komşuluk, akrabalık ilişkileri vs.) ve toplumsal ilişkilerin yürütülebilmesi için de toplumsal ahlak ve gelenek-göreneklere ihtiyaç var.
Bireysel özgürlükler diye talepler arttıkça toplumsal değerlerde bozulma-değişme olması kaçınılmazdır. Peki bu bireysel özgürlüğün bir sınırı yok mu? Tabi ki pratikte sınır “ötekinin” özgürlüğüdür ama teoride herkes “sınırsız” özgürlük istiyor. Fakat sınırsız özgürlük diye bir şey ne yazık ki yok. Bizim toplumun en büyük yarasından örnek vermek gerekirse: Başını açan da bireysel özgürlükten bahsediyor, kapatan da aynı bireysel özgürlükten bahsediyor. Fakat iş birbirleri hakkındaki görüşlerini beyan etmeye geldiğinde durum her zaman güllük gülistanlık olmuyor. Her iki dünya görüşü de ötekini kendisi için tehdit olarak görüyor. Tabi ki farklı düşünenler (yani her iki kesim içerisinden diğerinin görüşüne hak verenleri kastediyorum) bulunsa da istisna olmaktan öteye gidemiyorlar. İş bireysel özgürlüğe gelince her iki kesim de diğerini kısıtlamayı en derin bir yerlerinde istiyor. Misal, bireysel özgürlüğü mini etek ve rahat hareket olarak algılayanlarla dini saiklere göre giyinmek ve hareket etmek şeklinde algılayanlar her zaman için birbirlerinden rahatsız oluyorlar ve olacaklar. (bu arada burada tartışılan bireysel özgürlük olup medenilik değildir…yani medeniyet ölçüsünü etek boyuyla kıyaslamıyorum, lütfen öyle anlaşılmasın…zaten etek boyuyla medeni olma arasındaki ilişkiyi de anlamış değilim…medenilik eşittir özgürlük demeyin yoksa bir akşam ansızın gelebilirim). Madem her ikisinin de hareket noktası bireysel özgürlük niye birbirlerine tahammül edemiyorlar? İşte bu noktada bireysel özgürlük kavramını başımıza musallat edene sevgilerimi gönderiyorum. Bu paragrafı burada sonlandırıyorum yoksa tüm sayı buna gidecek.
Uzun lafın kısası, bireysel özgürlük özü gereği nihai olarak toplumsal ayrışmayı içerisinde barındırmaktadır. Bu durum beraberinde yeni bir toplum modelini getirmektedir. Bireyler toplum içerisinde kendi başlarına birer ada haline gelir (çekirdek aile artık en küçük birim değildir) ve toplum bu bireylerin birbirleriyle olan zorunlu ilişkileriyle tanımlanır. Bu yeni model ister istemez eski toplumsal yaşantının gelenek ve göreneklerini, ahlakını dışlar. Tam bu noktada bireysel özgürlük kendi çözümünü kendi içerisinde barındırmaktadır. Daha önce toplum tarafından dayatılan gelenek ve görenekler, hatta “koruma” kisvesi altında burnumuza sokulan ahlaki değerler bireyler tarafından özgürce gönüllü olarak, bireysel özgürlük dahilinde sahiplenilirse hem kaybolmazlar-yitip gitmezler hem de doğal gelişim içerisinde toplumsal ihtiyaçlar ölçüsünde dönüşür-evrilirler.
"Montla sıç..." - Umut Sarıkaya