7 Eylül 2009 Pazartesi

SUS KONUŞMA! SIKARIM BACAĞINA!

Bir acayip özgürlük anlayışımız var. İstediğimiz her şeyi yapmak istiyoruz fakat karşımızdakinin istediklerini yapmasına tahammül edemiyoruz. Ve hatta bu tahammülsüzlük beraberinde "silah kullanma" özgürlüğünü ve akabinde karşımızdakini "susturma" özgürlüğünü de getiriyor?! Ne yazık ki çok azımız özgürlüğümüzün ötekinin özgürlüğüyle sınırlı olduğu gerçeğinin farkında. Sosyal bir yaşantı sürmenin gereği olan bu kısıtlanma ne yazık ki sosyalleşememiş ve sosyalleşme ihtiyacı bulunmayan bireyler tarafından bilinmiyor ve hatta çok rahatlıkla görmezden geliniyor.

"Gücü yeten yetene" anlayışı toplumsal yozlaşma ve bozulmayla birleşince ortalık istenmeyen olaylarla dolup taşıyor. Bu tahammülsüzlüğün çeşitli suretlerini "özgürlük" ve "demokrasi"nin en önemli araçlarından biri olan son yerel seçimlerde ziyadesiyle gördek. Yurdun çeşitli yerlerinde muhtar adayları arasında ölümlü kavgalar çıktı. Özgürlük adına yapılan seçimlerin bu şekilde kirletilmesi gerçekten çok üzücü. Fakat öte yandan bu olaylar toplumun da aslında ne gibi insanları içerisinde barındırdığını görmemizi sağlıyor. Toplumun bazı kesimlerinin demokrasi, özgürlük, hak, hukuk gibi konulardaki algısının farklılığı (cahillik demiyorum zira bu kolaya kaçmak olur) üzerinde derin araştırmalar yapılması gerekir. "Demokrasi bu topraktan çıkmamıştır", "Demokrasi bize tepeden inme gelmiştir" gibi önermeler bu bağlamda ve bu olaylar ışığında haklı gözükmektedir. Çünkü toplumun belirli kesimlerinin demokrasi ve beraberinde gelecek olan hak ve özgürlüklere talebi olmazsa, bunlara ihtiyacı olmazsa, bunları istemez ve özümsemezse ve en önemlisi bunları kendi sorunlarının çözümü olarak kullanmazsa (sonuçta her türlü yenilik bir ihtiyaçtan doğar) ya da maddi çıkarlarına alet ederse kendisine sunulacak demokrasi güdük kalır, yozlaşır, bozulur ve olması gerektiği gibi olmaz.

Peki ne yapmalı? "Demokrasi bize tepeden inmiştir" deyip işin içerisinden sıyrılınmıyor ne yazık ki. Oturup sabırla anlatmak gerek. Toplumun her kesimine okuma-yazma eğitimi gibi demokrasi eğitimi vermek gerek. Hatta bunun için seferberlik yapılması bile gerek. İşte belki o zaman bu toplumda birşeyler gerçekten değişmeye başlar.

ŞEHRİN YILDIZLARI

Bir dolu yıldız gökyüzünde
Göz kırpıp çağırıyorlar hep,
Fakat şehrin ışıkları bir perde
Hapsetmiş hepimizi içerisine

Benliklerimizde hapisiz müebbeten
Hani hür yaşamıştık ezelden?
Ömürler sönüyor fark etmeden
Hepimiz esiriz ama neden?

İşte soru bu, neden
Yok bunu merak eden
Kanıksamışlık işlemiş benliğe
Kimse farkında değil mahrumiyetin.

Her şehir bir akvaryum olmuş
İnsanlar birer balık çeşit çeşit,
Şehrin konforları zincirlerimiz
Tek birinden bile vazgeçemediğimiz…

Yeni bir tür şehir hayvanıyız
Yiyip, pisleyip, tepişen,
Tüketen tüketen ve daha çok tüketen,
Ve en büyük eserimiz dünyadır çöplüğe dönen.
24 Mart 2009

Ne Kadar Yalnızız

Pembe pamuk şekerleri, pembe pamuk şekerleri geçiyor penceremin önünden. Ben de istiyorum, ben de. Çocukken isterdim ya, işte yine öyle istiyorum. Pamuk şekerleri. Pespembe şekerler, yerken ağzıma burnuma yapışsınlar, elimle koparıp koparıp top yapayım…pamuk şekerleri. Gitmeyin, yitip gitmeyin o sisin içerisinde…şekerler, pamuk, pembe…

Çok yalnızız ey ahali diye başlıyorum bu sefer. Milletçe yalnızız birbirimizden bihaber. Yalnızlık diz boyu ve bölük bölük yalnızlar sürekli hareket halinde sabah akşam işten eve, evden işe. Yalnızlık o kadar kanıksanmış ki, kimse fark etmiyor yanındakini. Zaten herkes kulaklarını tapalamış kulaklıklarla hayata karşı sağır olmak ve etrafındaki yakarışları duymamak için. Ruhun gıdası olan müziği sadece sağır olmak için kullanan insanların ruhları olmuş anoreksiya ve açlıktan yitip giden ruhlarının boşluğunu bir türlü dolduramayan insanlar –ki artık insan değildirler, umutsuzca hayatımızda dolanmaktalar.

Salt maddi değerleri elde etmeyi başarı olarak addeden bir kültürün ürünü olan bizler daha da yalnızlaşacağız eğer istemezsek başka bir dünyayı. Başka bir dünya mümkün, çıkar kulaklığı ve yanındakine, karşındakine, bakkaldakine, yoldakine bak ve merak et! Kızmadan, üzülmeden, nefret etmeden, tiksinmeden, severek, tebessümle bak! Bak ki doysun insanlığın, ruhun. Kendi bilincine varmanın eylemini yerine getir ve İstek Duy!